Saygıdeğer hanımefendi,
Belki güzelliğinizle, güz mevsimindeki bir yaprak gibi
sararmış duygularımı yazdığım bu satırlar, şemsiyenizin üzerine damlayan birkaç
damla yağmur gibi umarsızca dökülecek kaldırımlara. Dakikalarca durmadan
baktığım gözleriniz kadar kara bir ifade takınarak o güzel yüzünüze, bir
çırpıda buruşturup, savuracaksınız bu mektubu da diğerlerinin yanına. Doğanın
en güzel beyazı ve siyahına sahip gözlerinizin baktığı uzaklardan bile daha
uzak bir umutla yazıyorum bu satırları. Şüphesiz dilim lal olur karşınızda
olsam, kor gözlerinize bir an bile bakmaya dayanamaz yüreğim. Meleklerin bile
kıskandığı güzelliğinizden utanmış kız kulesi, eğiliyor dizlerinize. Sonra
İstanbul da kıskanıyor sizi, uğruna çağların kapandığı güzide şehir, çatlıyor
hırsından. Deniz, kızını bulmuş gibi kabarıyor, bir şeyler anlatmak istiyor
size, bulutlar toplanmış üstünüzde, başının üzerine çıkartmak istiyor sizi. Ya
ben… İçimde dünyayı değiştirecek bir
keşif yapmış bilim adamının sevincini taşıyorum. Sığamıyorum içime, sığamıyorum
dünyaya. Sokaklara çıkmak, haykırmak istiyorum herkese, haykırmak istiyorum bu
güzelliği, ilan etmek istiyorum aleme. Ama aslında bir bilim adamı değil de; bir
çınar olmak isterdim, bir gün belki uğrardınız gölgeme, yada belki keserlerdi
beni, bir odun olurdum, içinizi ısıtan. Bir tını olsaydım keşke bir aşk
şarkısında. Hayır hayır ben bir ışık olmak isterdim, belki o zaman gözlerinize
değer, o güzel gözlerinizin karasında kaybolur giderdim.
Cüretimi bağışlayınız saygıdeğer hanımefendi, size sadece duygularımı anlatan bir mektup yazmak istedim, kalemim ve kağıdım elçidir. Elçilerin canı bağışlanır saygıdeğer hanımefendi. Ha eğer bağışlamazsanız, bari izin verin; boynumu vurduğunda cellat, gözlerinize bakayım. Belki o son bakışlarım, gözlerinizde sonsuzluğa kavuşur. Belki böyle özgürleşir, size tutsak ruhum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder