11 Aralık 2012 Salı

Bir kızı kurtarmak-1

Şubat ortaları, Ankara
Mert, uçları dökülmüş üç-beş basamaklı merdivenlerden dikkatlice inerek, uzun, ince bir sokağa girdi. Sokağın başında, birtakım serseri görünümlü adamlar, bağıra çağıra konuşuyorlardı. Usulca gözlerine bakmadan yanlarından geçerek, kızmısı, boyaları dökülmüş apartmandan içeri girdi. Tembih edildiği gibi, ışığı açmadan, parmak uçlarında yürüyerek bir alt kata indi ve etrafını bir süre dinledikten sonra, yavaşça kapıyı birkaç kez vurarak, dikkatle kapıyı dinlemeye başladı. Kapının arkasındaki birisinin nefes alış verişlerini duyar gibiydi. Anlaşılan kapının arkasındaki de onu dinliyor, kim olduğundan emin olmak istiyordu. Dili damağı kurumuş, kalp atışları göğsünü delecek kadar şiddetlenmişti. Aradan ona çok uzun gelen bir süre geçtikten sonra, kapı aralandı. Kapıyı açan orta yaşlarda, kirli sakallı bir adamdı. Üzerindeki beyaz atleti kirden leş gibi olmuş, simsiyah suratınan kötülük akıyordu resmen bu adamın. Kapıyı açan adam karşısında kendisine bakan ürkek bir çift göz gördüğünde, endişe edilecek bir durum olmadığını düşünerek, kapıyı, geçebileceği açıklıkta bırakarak, hiç konuşmadan bu genç adamı içeriye aldı.
İçerideki kesif içki-esrar karışımı koku her yanı kaplamıştı. İkindinin kızıllığı evin içerisine daha mistik bir hava katmış, evin içerisine vuran güneş, evdeki dumanı görünür kılıyordu. Adam hiç konuşmadan salonun pencereye bakan köşesinde, yine kirli paslı bir koltuğa oturarak, bu genç adamı süzmeye başlamıştı. Mert gözlerini adamdan kaçırıyor, konuya girmek istiyor ama, bir türlü cesaret edemiyor, nedense sanki yanlış birşey söylediğinde kendisine zarar vereceğini düşündüğü bu adamdan korkuyordu.
Sessizliği kirli bakışlı adam bozdu;
"Yusufun bahsettiği adam senmisin"
"Şey... ben... evet."
"Sağlammısın peki"
Mert, geldiğine çoktan pişman olmuştu, elinden gelse, ben vazgeçtim diyecekti, oradan hemen çıkıp evine gidecek, başını, küçükken korkunca yaptığı gibi, yorganın altına çekecekti. Fakat buradan sonra geri dönüş yoktu ve adamın istediği cevabı vermek zorundaydı.
Kelimeler mertin dudaklarının eşiğine gelmişken, yan odanın kapısı açıldı. İçeriden, ondokuz-yirmi yaşlarında, kızıl saçlı, aşırı makyajlı bir kadın çıktı, içeridekilere aldırmadan koridorun sonunda, dış kapının yanındaki banyoya girdi. Mert, güçte olsa, kadını tanımıştı. Sedaydı bu. Aynı üniversite'de felsefe okuyordu fakat, geçen yıl ansızın ortadan kaybolmuştu. Onu o günden sonra gören, duyan olmamış, polis ve ailesi bir yıl boyunca seda'yı aramış fakat, hiç kimse bir sonuç alamamıştı. Herkes kuşkusuz bir cinayete kurban gittiğini düşünüyordu.
Okulun en güzel kızıydı, simsiyah saçları, simsiyah gözleri ve baktığı zaman taşları bile eritecek güzellikte bakardı. Okuldaki herkes onun peşinden koşar, fakat o hiçkimseye yüz vermezdi. Ona kur yapmaya cesaret edebilen erkeklere öyle sözler söylerdi ki; erkekler, kendi varlıklarını sorgulamaya başlarlardı. Felsefeciler işte... Oysa şimdi ne haldeydi, saçlarını kızıla boyatmış, yaşadığı acıların izlerini taşıyan gözlerindeki morlukları, koyu bir makyajla kapatmaya çalışıyordu. Yürürken topallıyor, yüzündeki acı ifadesi, yaşadıklarını fazlasıyla anlatıyordu.
Mertin bu düşüncelerini karşısındaki kötülük timsali adamın korkunç sesi yarıda kesti;
"Biradeeer"
"Efendim, ne diyordunuz?"
"Karıya kıza bakacağına soruma cevap ver; sağlammısın diyordum. Yani ağzından birşeyler kaçırmazsın dimi?"
Mert az önce gördüğü manzara karşısında, teredütlerini atmış, kendini kutsal bir görev adledilmiş gibi hisetti.
"Evet efendim, ağzım sıkıdır. Hiç tereddüt etmenize gerek yok, ne gereki..."
"Tamam anlaşıldı, göreceğiz bakalım."
Mertin sözünü kesen gaddar adamın yüzü, istediği cevabı almanın rahatlığıyla biraz olsun yumuşamıştı. Orta boy bir torbanın içinde, küçük küçük torbalarla paketlenmiş esrarı, mertin önüne fırlattı. Gözlerini hastasını dikkatle inceleyen bir doktor gibi, merte çevirdi.
"Bu başlangıç için, dikkatli ol, yakalanırsan..."
"Anlaşıldı efendim, yakalanırsam sizi tanımıyorum"
"Aferin, şimdi gidebilirsin."
Mert arkasını dönerek birkaç adım atmıştı ki, adamın hırıltılı sesini tekrar duydu.
"Ha bu arada, beni herkez mühendis diye tanır."
"Memnun oldum efendim"
Elindeki poşeti kazağının içine sokan mert, ince yağmurluk şeklindeki montunun da fermuarını çekerek kapıya yöneldi. O sırada, banyodan çıkan sedayla karşılaştı. Kız öylesine sinmiş ve korkmuştu ki, başını kaldırıp mertin yüzüne bile bakamadı. Baksaydı ne olacaktı sanki. Belki bir hata yaparak tanıdığını belli edecek, işleri daha da zorlaştıracaktı.
Mert yolda yürürken, sanki herkes ona bakıyormuş, biraz önce yaptığı kirli anlaşmadan herkesin haberi varmış gibi, ürperdi. Hiçkimsenin yüzüne bakamıyor, hızlı adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışıyordu.
En sonunda, evinin bulunduğu apartmana gelmişti. Evin kapısına yaklaştığında, merdivenlerin başından annesinin sesini duydu.
"Sağol yavrum, ayaklarına sağlık"
"Ne demek teyzeciğim, bende senin oğlun sayılırım."
Evin kapısına vardığında, arkadaşı Tolga'yı gördü. "Aman tanrım, bugün annemi diyalize götürecektim" diye belli belirsiz söylendi.
"Nolcak oğlum, ben senin kardeşin değilmiyim? Senin annen benimde annem. Leyla teyze, sana ulaşamayınca beni aradı, bir koşu gittik geldik.
Mert belli belirsiz bir teşekkür ettikten sonra, evin kapısına yöneldi.
"Hey mert, napacaksın bu akşam, biryerlerde birşeyler içelim mi? Hem laflarız biraz.
"Kusura bakma Tolga, akşama kadar yürümekten, ayaklarıma kara sular indi. Dinlenmek istiyorum biraz"
"Tamam, nasıl istersen. Hafta sonu görüşürüz öyleyse."
"Görüşürüz"
Mert içeri girdikten sonra, hastalıktan benzi sararmış, kanepede uzanmış annesine şöyle bir baktı.
Ah bu hastalık... Onun yüzünden üniversiteyi bırakmış, çalışmak zorunda kalmıştı. Bütün hayelleri, hevesleri kursağında kalmış, hayatın acımasız ellerine kendini bırakmıştı. Kargo taşımaktan kazandığı, üç-beş kuruşu, annesinin diyalizi için harcıyor, genç yaşta, bu hastalığın pençesine düşen annesi için gururla görevini yerine getiriyordu.
Çok acımasız davranmıştı hayat ona. Daha iki sene öncesine kadar, dünyalar iyisi babasını bir trafik kazasında kaybetmiş, daha az masraf olması için, yaşadıkları üç katlı evi satarak, bu apartman dairesinde kalıyorlardı.Geçen iki yılda, bütün paraları bitmiş, nihayet mert, üniversite eğitimini yarıda bırakarak, bir kargo firmasında işe başlamıştı. Fakat kazandığı para, artık annesinin tedavisine bile yetmemeye başlayınca, bir arkadaşının aracılığıyla kendini bu kirli çarkın dişleri arasında bulmuştu. Neden böyle bir hayatı vardı, nerede hata yapmıştı. Belli ki o bir hata yapmamış, sürekli sınav yapan, ona bu sefer hiç çalışmadığı bir yerden sormuştu.
Annesini uyuklarken görünce, rahatsız etmek istemedi, doğruca odasına gitti. Kazağının altında sakladığı paketi, yatağının altına attıktan sonra, yatağına uzandı. Seda'yı düşünüyordu. Nasıl bu hale gelmiş, başından neler geçmiş olabilirdi? Evet onu oradan kurtarmak istiyordu. Ne pahasına olursa olsun. Bunu yapması için, onunla bağlantı kurması gerekiyordu, bunun için eve tekrar gitmek, eve tekrar gitmek için de bütün malları satması gerekiyordu.
Kafasına bir takım belli belirsiz planlar kurduktan sonra, üzerindeki elbiselerle birlikte, derin bir uykuya daldı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder